9 Haziran 2009 Salı

Hediş


Hani bir gün bir fay kırılmıştı bizim ada’nın oralarda
üzerine bir fay daha
Ve büyük bir deprem olmuştu hani
Hiç durmadan sallanan, hala sallanan, hala sarsan
Dün müydü, geçen yıl mı, ondan önce ki yıl mı?
Balıklar bile şaşırmıştı hani
denizler içine çekilmişti
Gökyüzü küsüp gitmişti
Tepelerine ada’nın
göz-yağmuru yağmış, sel olmuştu
bir gürültü bir patırtı: sonra büyük bir sessizlik
—olmuştu
—zarif hanımla, yusuf emmi: gitmişti
Şimdi bir fay daha kırıldı, tam ortasından ada’nın
Bir büyük deprem daha
Daha çıkamadan yıkıntılardan, daha durmadan sarsıntı
—b i r d a h a
Kırılan derinlerde, en derinlerde
garip bir gidiş daha, bir garip veda daha
-b ir d a ha

Şimdi adalı serçelerin bile kalbi kırık
Kanaryanın sarısı yitik
Menekşelerin sesi soluğu kesik
Pantolonların paçası sökük
Çay demsiz
Kahve telvesiz
Ada çok sessiz

Ben şimdi sana ne desem, biz şimdi sana ne desek:
Hediş desem, Hediye Hanım desem hatta kestirmeden: babişko desem.
Babaannem desem, gitmesen keşke desem, kalsan biraz daha desem,
biraz daha anlat desem, hadi bir sigara daha yak desem,
yünlerine dolanıp kedin olsam, uçları dantel perdelerinde kelebek olsam,
ben senin bir daha torunun olsam.
Sen bir daha olsan, bir daha gülsen, bir daha kızsan,
bir daha gitmesen.
Keşke gitmesen.
Bir de sen, keşke gitmesen…

Hediye hanım
madem gittin,
ara sıra çık pencereye de bak bize…

15 Mayıs 2009 Cuma

terzi


Bir terzi çalışıyor aramızda
Söküldükçe seni bana dikiyor
Beni sana ekliyor söküldükçe
Eskidikçe yamalıyor kalbimin yırtıklarını
Elinde paslı iğne
Durmadan çalışıyor terzi
İğne battıkça tene
Kuduruyor aşk'ın yalnız köpeği
Kumaşı mavi kadife, düşleri serseri
Her gün yeniden;
İnceldiği yerden kopuyor
ipleri
Hayat: gibi

14 Mayıs 2009 Perşembe

gulet


Bir tür deniz canlısı: bay gulet
Henüz kendine açılacak kadar usta değilsin
Yeni dikilmiş, yamasız yelkenlerinin gerginliği toyluktan
Üç direğin var biri Kafdağı, çokbilmişliğin de oradan.
Denizin gönlü büyüktür, sabrı uçsuz bucaksız.
Sen yine de can yeleklerini hoş tut
Bugüne kadar fırtınanın hangi koy’da âşık olacağı kimse bilememiş...!

13 Mayıs 2009 Çarşamba


Kafası karışık bir ortaçağ bilgini hiç işi yokmuş
gibi oturmuş
Yeşil gözlü kedinin cehaletine şaşıyor.
Taşlı bir köy yolundan
“denizin kalbi olsaydı en çok kedilere kırılırdı”
diye bir alt yazı geçiyor.
Suya düşen ten değişirken
gözyaşının rengi hiç değişmiyor
Yüzölçümünü bilen
aynadaki yüzünün
Kimseye yosun bağlamıyor.
Zaman Fransızca
-da
Japonca
-da
Aynı hızla geçiyor.
Vurulduktan sonra her kuş
bir kanat daha uçmak için:
Göğe doğru yükseliyor!

28 Nisan 2009 Salı

ismi lazım değil ya da kısaca İLD


İLD, hey…
Aramız hiç bu kadar limoni olmamıştı. Suçlu aramıyorum ama seni suçlamaktan başka da çarem yok. Kimi suçlayacaktım, başkalarını mı? Ben bunu hiç yapmadım, ben hep ya seni ya kendimi suçladım. Suçlamak da sayılmaz ya pek, neyse… Ne yaptım ben sana, sen olmaktan başka. Şimdiki aklım olsa sen olmak için uğraşmazdım. Kendim olurdum. Kendim dedim: ben yani. Sen ile ben’in aynı olduğunu iddia ediyorsun bak hala. Sen başkasın ben başka. Tamam, benim içimde yaşıyorsun ama sen ben değilsin. Aynı gözlerle bakıyoruz evet kabul ediyorum ama ben senin gördüğün şeylerin hiç birini görmüyorum. En azından senin gibi görmüyorum. Evet, saçma buluyorum dolunaya bakıp duygusallaşmanı, bir doğa olayından başka bir anlamı yok bence. Ayın tam hali işte. Bir mucize mi, ne mucizesi, mucize diye bir şey yoktur. Uğraşma beni ikna etmeye. Bir örnek göster bana. Hadi ispat et. Ben şimdiye kadar hiçbir mucizeye tanık olmadım. Susuzluktan öldüğüm akşamın sabahı başucumda duran bir bardak su mu mucize, güldürüyorsun beni, yavaştan kalkıp yataktan, senin getirip bıraktığını biliyorum. Neyse, seninle dalaşmak istemiyorum. İyi geceler, hadi uyu artık. Sabah erken kalkmam gerekiyor uyumalıyım, lütfen sus biraz… Seni dinlememek için mi uyumak istiyorum, hiç alakası yok, yorgunum. Peki, tamam seni dinlememek için, senden kaçmak için uyumak istiyorum. Neden üzerime geliyorsun bu kadar. Duygusuzlaşmadım ben sadece biraz katı olmaya çalışıyorum. Beton falan dökülmedi üzerime, gayet iyiyim. Beni on beş yıl önceki benimle karşılaştırıyorsun, üzerinden o kadar çok zaman o kadar çok insan o kadar çok olay geçti ki, benim o geçmişteki kadınla hiçbir benzerliğim yok artık. Geçmişim o benim, ben değilim. Geçmişin de sensin deme bana, değil, geçmişim başka biri idi ben başka. Bak gördün mü yine uykumu kaçırdın, ne güzel tam da uykuya dalıp güzel rüyalar görecektim. Bazen kâbusum oluyorsun İLD, karabasan gibi üzerimden kaldıramıyorum seni. Biraz huzura ihtiyacım olduğunu kimseye anlatamadım, belki sen anlarsın dedim ama nerede. Sen de onlar kadar bencilsin. Biraz sessizlik, biraz susun ne olur. Soru sormayın bana bir süre. Cevap beklemeyin. Olmaz mı, çok mu şey istiyorum. Hadi kalk bakalım sen de yataktan, benimle sabaha kadar oturacaksın ve susup beni dinleyeceksin. Şu dolaptaki kırmızı şarap çok mu eski, bir kadeh içersem belki rahatlarım. Ne mi var bu kadar gergin olmama sebep. Anladığın kadarıyla yetin İLD. Ya da anlama beni. Ben de seni anlamak istediğimi sanmıyorum... Nereye kaçıyorsun, şimdi de ben senin kâbusun olacağım. Hiçbir yere gidemezsin… Hey İLD, bu şarap sanırım bozulmuş… En iyisi sen bize birer Türk Kahvesi yap, sonra da fallarımıza bakarız…

27 Nisan 2009 Pazartesi

nisan:yağmuru



Nisan yağmuru:
Berekettir diyelim
Niyettir diyelim
Harekettir diyelim
Kısmettir diyelim
Güzeldir diyelim
Azdır ama çoktur diyelim
Geç kaldın diyelim
Nerelerdeydin diyelim
Hesap soralım
Altında kalalım
Dua edelim
Kaçalım
Islanalım
Bir şeyler diyelim
Nisan insan’dır diyelim
İnsan nankördür diyelim
Kedi’leri sevelim
Ada’lara gidelim
Çimlere basmayalım
Yalınayak gezmeyelim
Deniz’e küsmeyelim
Nisan’dan sonrası: Eylül
Karıştırmayalım.

16 Nisan 2009 Perşembe


Gelenek, görenek, tembellik

Yağmurluk, tuzluk, şanssızlık

Aptallık, güvenlik, sabahlık

Yanlışlık, yalnızlık, balçık

Karanlık, sanık, aralık

Ayrılık, kırıklık, kiralık


:kelimelerim var da cümlelerim yok...
:sabahım var da günaydınım yok...
:bulutum var da yağmurum yok...
:ben varım da bir kedim bile yok...